üç_kapı[1]

Üç Kapı

Çocuklarla mindfulness programı yaparken mindful iletişim oturumunda kullandığım bir metafor var: “ağzından çıkan sözü üç kapıdan geçirmek”.

Sözümüz çok kıymetli. Ağzımızdan tek bir sözün çıkabilmesi için içeride bir sürü olay gerçekleşiyor bakacak olursak. Önce bir düşünce oluyor, nöronlar ateşleniyor beynin ilgili bölgelerinde; ardından bu düşünceyi dile getirmeye karar veriyoruz, karar aşamasında beynin farklı bölgelerindeki nöronlar harekete geçiyor; konuşma eylemini gerçekleştirmek için ise dil, çene gibi kasların çalışması gerekiyor, bunları harekete geçirecek nöronlar, sinapslar ve nöral yollar ateşlenip aktif hale geldikten sonra; son derece karmaşık bir sistemle konuşma eylemi gerçekleşiyor. Ağzımızdan söz çıkıyor. Ve o söz altın değerinde kıymetli aslında, tüm bu olan biten nörofizyolojik olayları da düşündüğünde.

Madem bu kadar kıymetli, sözümüzü herkesin yararına ve iyiliğine kullanmak neden mümkün olmasın?

3 kapı metaforuna gelecek olursam;

1. Kapı: Gerçek mi?

Gerçek mi? Biliyor musun? Emin misin? Olan mı yoksa ona eklediğin hikaye mi?

2. Kapı: Gerekli mi?

Şu anda bu sözü söylemen gerekli mi? bu konuşmayı yapmana gerek var mı?

3. Kapı: Nazik mi?

Bu söyleyeceklerin herkesin iyiliği için mi? Nazik mi? Sevecen mi? Kimseyi kırar mı? İncitir mi?

Tüm bu kompleks süreçlerden geçip konuşmaya karar verdiğinde söyleyeceklerini bu 3 kapıdan geçirmeyi hatırlamak… Gerçekse ilk kapıdan geçiyor, gerekliyse ikinci kapıdan ve nazikse üçüncü kapıdan geçip senin sözün olarak ağzından çıkmayı hak ediyor.

Biliyorum alışık olduğumuzdan farklı bir şey söylüyorum. Ne yani, sırf konuşmak için bu kadar düşünmek mi lazım? Yok artık, gibi düşünceler geçiyor olabilir aklından.

Her seferinde değil belki ancak ara ara denesek iletişimimizde, ilişkilerimizde acaba neler farklı olur? Denemeden bilemeyiz ki 🙂

Bir de benim tüm bunlara eklemeyi çok sevdiğim bir dördüncü kapı var:

4. Kapı: Şimdi zamanı mı? Doğru zaman mı?

Bu belki daha ileri bir aşama. Sadece kendinin farkında olmanın ötesinde; diğer tarafın duygu ve düşüncelerini fark etme, anlama ve hatta ortamın, çevrenin farkında olmayı da kapsıyor.

İzmir depremi sonrasında yapılan sosyal medya paylaşımlarını gördükçe aklımdan sürekli bu kapılar geçiyor. İnsanın kendini paylaşması; yediğini, içtiğini, gezdiğini, birlikte olduklarını, yaşadıklarını, hissettiklerini paylaşması bir ihtiyaç. Anlıyorum. Ve tüm bunların başkaları üzerinde de etkileri var. Bunları da anlıyorum.

Ben kendi adıma bazı fotoğrafları -pek çoğunu aslında- gördükçe, bazı yazıları -yine büyük kısmı- okudukça çok tetikleniyorum. Tam göbeğinden yaşadığım 99 depremi, tüm korkularım, kaygılarım, endişelerim tetikleniyor. Günler sonra enkaz altından çıkan çocuklara sevinirken, annelerini, babalarını, ailelerini düşünüyorum, yaşadıkları ve yaşayacakları travmaları, tıbbi bakım süreçlerini düşünüyorum ister istemez, böbrekleri ne halde acaba, normal çalışacak mı? Kim bakacak, ihtiyaçlarını kim karşılayacak… Ve daha pek çok şey. Tüm bu sorular bazen bana kafayı yediriyor. Benzerlerini 21 yıl önce yaşamış olmanın bilgisiyle tetikleniyorum, içim yanıyor. Kayıplarımı hatırlıyorum tekrar tekrar. Ve daha bir sürü şey…

Benim kendimi sağaltma mekanizmalarım var, bir şekilde çıkıyorum içinden. Çıkamadığımda da kalakalıyorum. Yardım istiyorum. Ancak pek çok kişi duyuyorum tüm bu paylaşımlarla tetiklenen. Korkusu, acısı, kaygısı yeniden yeniden tazelenen.

İster istemez aklımda bu kapılar var günlerdir. Sosyal medyada paylaşım yaparken de paylaştıklarımızı bu kapılardan geçirmeyi denesek acaba nasıl olur diye düşünüyorum.

Gerçek mi?

Eğer gerçekse bu paylaşımı yapmam gerekli mi?

Eğer gerekliyse, peki nazik mi? Sevecen mi? Herkesin iyiliği için mi?

Tüm bu kapılardan geçiyorsa, o zaman son soru; şimdi doğru zaman mı bu resim için, bu yazı için?

Dilerim sevgiyle kalın, tüm canlılar için sevgi…

Dünkü yazımda duygu düşünce kasemize bolca umut eklendi demiştim. Bugün sizi sevgi ve nezaket eklemeye davet etmek istiyorum. Tüm canlılar için…