EXSNBr0U0AIEiQN[1]

Hayatın Tam Ortasında

Geçenlerde oturmuş Netflix’te bir dizi izliyordum; Sweet Magnolias. Amerika’nın güney kasabalarından birinde geçen, aile, arkadaşlık, hayat ile ilgili kolay akan, keyifli, tam da o an için ihtiyacımı karşılayan bir dizi. Böyle kaptırmış izlerken birden oyunculardan birinin “mindfulness diye bir şey duydun mu” dediğini duydu kulaklarım. Beynim tam da idrak edemedi. Ne de olsa bağlam dışı gerçekleşmiş bir şey. Hiç beklemiyorum. Geri aldım tekrar dinledim.

Cidden mindfulness diyor

Dikilip kanepe in ucuna doğru oturdum. Baş karakterlerden Dana Sue yaşadığı zorlukları içine atan, her şeyin üstesinden gelmeye çalışan, tüm dünyanın yükünü omuzlarında taşıyan, klasik, hepimiz gibi bir kadın. Ve sağlık sorunları var, çok da dikkat etmediği.

Arkadaşı Erik soruyor Dana Sue’ya “mindfulness diye bir şey duydun mu” diye.

Bizimki o kadar olaydan kopuk ki “Eğer bana bu soruyu soruyorsan beni hiç tanımamışsın” diyor. Yani kendisinin olayla alakası yok. Buradan bunu anlıyoruz 😉

Erik diyor ki -ki kendisi hem düşünceli, duyarlı hem harika yemekler yapan bir şef ve bunların konuyla hiç alakası yok. Sadece aklıma geldi ;)- “bu duygularını tanımakla ilgili bir şey. Ne hissediyorsun, hissettiğini nasıl hissediyorsun. Bunları fark etmek, tanımak ve ayrıştırmakla ilgili”

Bizim kız duruyor, bir sessizlik an’ı.

Bir süre sonra ikisi sabah erkenden nehir kenarına gidiyorlar, balık tutmaya. Bizim kız, Dana Sue diyor ki “mindfulness derken sen ben hiç böyle bir şey hayal etmemiştim. Küçükken babamla balık tutmaya gelirdik böyle. Onu çok özlüyorum” ve Erik yanıt veriyor “Dinginliği ve sakinliği bulmanın pek çok yolu var. Kendi yolunu bulmak için önce kendine izin vermelisin. Ve affetmek için.”

Sahne bu kadar ama tabi ki izleyici olarak tüm arka plana hakimim. Dana Sue’nun tüm yapmadıkları, olmadıklarıyla ilgili kendini ne kadar suçladığını biliyorum. Halbuki yaptığı o kadar çok şey var ki…

Bizim kız diyorum ya, boşa değil. Benim gibi, tanıdığım pek çok kadın gibi. Sen yaptığın onca şeyi görmezden gel ve yapmadığın, yapamadığın, belki o günkü bilginle yapmak aklının ucundan bile geçmeyen tek bir şey için kendini ye bitir. Sonra tüm bunlar biriksin içinde, aman sakın kimseyle konuşma, yazıp filan sağaltma içini, biriksin biriksin, sonra bir yerden öfke olarak, sinir krizi olarak hatta hastalık olarak çıksın. Al sana hayat! Adil mi diye de sor dur, hayat adil mi?

Onu bilmiyorum. Ancak insanın konuşmaya, paylaşmaya ihtiyacı olduğunu biliyorum. Bazen bir arkadaşa, bazen hiç tanımadığı birine, bazen bir koça, danışana, bazen bir psikoloğa ya da güvenli bir fasilitatörün tuttuğu gruba.

Sağlıklı bir paylaşım için de güvenli, yargılanmadığın, eleştirilmeyeceğini bildiğin bir alan önemli. Daha da önemlisi kendini keşfetmeye gönüllü olman. Sonuçta bunlar bir akşam yemek masasında kakara kikiri yaparken arkadaşlarına bahsettiğin konulardan değil. Ancak dönüp kendine bakmaya gönüllü olduğunda bir şey açılıyor. Kendine dair, hissettiklerine, yaşadıklarına dair dönüp bakacağın, keşfedeceğin, ayrıştıracağın, içgörü geliştireceğin bir alan.

Senden daha büyük bir senin varlığını hissediyorsun. “Ben düşündüklerim değilim, onlar sadece birer düşünce. Günlük 70 bin taneden biri işte.” bilgisi ya da “ben sadece hissettiklerim değilim. Tüm bunlardan daha geniş, daha enginim. Tıpkı tüm bulutları kapsayan gökyüzünün kendisi gibi. Bulutlar gelip geçiyor. İster tek tük olsun ister yoğun, yaygın. Ve ben gökyüzü gibi tüm bu bulutları içimde barındırıyorum. Var olmalarını, bir süre takılmalarını ve yok olmalarını izliyorum. Sadece izliyorum. Ve onlara alan tanıyorum. “ diyebiliyorsun.

Bir dizinin bir sahnesinden nerelere geldik. Hayatın içinde minik bir konuşmaydı belki bu, ya da bu durumda olduğu gibi dizinin içinde. Ancak mindfulness tam da bu yüzen bu çağın meselesi bence.

Ben de hayatın tam ortasındayım, var oluyorum hayatın içinde. Ve mindfulness da öyle. Ne kadar kendimi bilirsem, tanırsam, keşfedersem o kadar dolu dolu yaşarım, canlı olurum. Hayat yanımdan geçip gideceğine birlikte akarız. O zaman niye her fırsatı değerlendirmeyeyim ki

Önceki İçerik